AKP demokratik siyasetin önünü açmalı

KCK Yürütme Konseyi üyesi Xebat Andok, Türkiye’de halen demokratik siyasetin önünün kapalı olduğunu belirtti.

HDP ve hükümet yetkililerinin düzenlediği ortak basın açıklamasıyla yeniden gündemleşen müzakere sürecinin gidişatını değerlendiren KCK Yürütme Konseyi üyesi Xebat Andok, Türkiye’de halen demokratik siyasetin önünün kapalı olduğunu belirterek “Gelinen aşamada deniliyor ki; biz demokratik siyasetin önünü açacağız. Bu çerçevede oluşan bir uzlaşı ortamı var. Eğer bu gibi şartlar karşılanır, koşullar elverişli hale getirilir ve gerçekten demokratik siyasetin kendisini var edebileceği bir süreç haline gelirse o zaman bir kongreyle yürütmüş olduğumuz mücadele yönteminde değişiklik tabi ki kararlaştırılabilir” dedi.

KCK Yürütme Komitesi üyesi Xebat Andok, HDP ve hükümet yetkililerinin ortak basın açıklaması ile yeniden gündeme gelen müzakere sürecinin gidişatına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

AKP’NİN YOĞUNLAŞMASI SEÇİM ÜZERİNE

HDP İmralı Heyeti ile hükümetin ortak basın açıklamasında PKK’nin kongereyi toplayıp silahsızlanma kararı alınacağı beyan edildi, kongre toplanırsa hangi çerçevede toplanır?

Bir açıklama oldu, ama bu açıklamanın öncesi var. 2013 Newroz’unda Önderliğimizin yapmış olduğu bir açıklama var. O zaman çatışmasızlık durumu ortaya çıkmıştı ve sonrasında da farklı aşamalar öngürülüyordu. Hareketimiz tarafından atılması gereken adımlar atıldı. Elimizde bulunan askerlerin ve devlet görevlilerinin serbest bırakılması gibi adımlar atıldı. Ama buna mukabil devlet tarafından bir adım atılmadı. Kimi adımların atılmasıyla geri çekilme süreci işleyecekti, ama başından itibaren bu fazla işlenmedi. AKP için gerekli olan adeta bir çatışmasızlık ortamıydı ve AKP bunu elde etmiş oldu. Önderliğimiz gelinen aşamada en geç 15 Şubat’a kadar çözüm taslağında öngürülen projenin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Süreç herkeste bir umut ve beklenti yaratırken özü itibariyle bir şey çıkmadı. Kürt sorununu elbetteki biz çözmek istiyoruz, ama sorunu çözmesi gerekenler ve yaratmış olanlar sorunun çözülmesi için herhangi bir adım atmayınca bu sorun uzadıkça uzuyor.

Yeni bir aşamaya geçilmek istendiğinden bahsediliyor. Onlar bu sürecin çok önemli bir süreç olduğunu, cumhuriyet tarihinin tümünü kapsadığını söyleseler de, AKP’nin mevcut yoğunlaşmasının bir seçim çalışması olduğu açıktır. Önderliğimizle ve hareketimizin merkeziylede kimi gürüşmeler oldu. Heyet bu noktada aktif çalıştı ve ortaya çıkmış olan sonuç mevcut olan açıklamadır. Açıklamada şöyle bir durum yok; Önderliğimizin çağrısı, kongrede alınmasını istemiş olduğu kararda silahları bırakma kararı değildir. Türkiye’ye karşı yürütmüş olduğumuz mücadelenin biçimini değiştirme kararıdır. Şu ana kadar değişik dönemlerde çatışmasızlık yaşanmış olsa da özü itibarı ile demoktik siyasetin önü hala kapalıdır. Biz TC devletine karşı silahlı mücadeleyi öngören bir hareketiz ve varlığımızı da buna borçlu olan bir hareketiz. Yürütmüş olduğumuz savaşı da öz savunma çerçevesinde ele alan bir hareketiz.

Dilimizi ve bir bütün olarak varlığımızı savunmaya çalışıyoruz. Gelinen aşamada deniliyorki; biz demokratik siyasetin önünü açacağız. Bu çerçevede oluşan bir uzlaşı ortamı var. Eğer bu gibi şartlar karşılanır, koşullar elverişli hale getirilir ve gerçekten demotratik siyasetin kendisini var edebileceği bir süreç haline gelirse o zaman bir kongreyle yürütmüş olduğumuz mücadele yönteminde değişiklik tabi ki kararlaştırılabilir.

Yapılan açıklamada ‘asgari şartlar yerine getirilirse’ silah bırakmayı gündemine alacak olan bir kongrenin toplanabileceği belirtiliyordu. Silah bırakmanızın asgari şartı nedir?

Hükümet çevresi mevcut olan açıklamada daha çok kendisinin öne çıkarmış olduğu noktaları gündeme getiriyor. Orada on maddelik bir metin var; metinlerin içi doldurulur, gerekleri yerine getirilirse müzakereler yapılır ve devlette değişim dönüşüm gerçekleşirse Türkiye gerçek anlamda en demokratik ülke haline gelir. AKP’nin işine gelmediği için bunlara çok fazla girmiyor. Silah bırakmayı ön plana çıkarıyorlar. Bu noktada bir tür seçim yatırımı biçiminde herkese, ‘siz o kadar uğraşmanıza rağmen PKK’ye silah bıraktıramadınız. Bakın biz başarıya ulaştık’ demek istiyor. Ama işin aslı öyle değil.

Ortada PKK’nin silah bırakma gibi bir yaklaşımı yok. PKK bir toplumsal güçtür, kendi güvenliğini kime devredecek. TC’nin ne kadar güvensiz bir ülke olduğu ortadadır. Üstelik ortada Suriye ve Irak örnekleri var. Hangi egemen güç toplumun güvenliğini korur ve toplumsal olur. Kendi güvenliğini toplumsal varlığını egemenlerden bekleme tarzına PKK’nin zihniyeti el vermez. Kürt halkının ve Ortadoğu’daki diğer halkların somut olarak da içinde bulunduğu durumdan dolayı PKK silah bırakmaz. Rojava’da PKK nasıl silah bıraksın, PKK sadece Kuzey Kürdistan partisi değildir. Kürt sorunu sadece Kuzey Kürdistan’da yoktur. Rojava’da, Güney’de, Doğu’da da vardır. Bir bütün dünyada bir Kürt sorunu vardır. Rojava’da Kürtler kendi olarak kalsın, dilleri, kültürleri kalsın diyorsa ki PKK bunun için çıkmış o zaman orada silah bırakmaz. Güney Kürdistan’ın ne tür tehlikelerle karşı karşıya olduğu ortadadır. DAİŞ’i saldırttılar ve Şengal’de yüz binlerce Êzîdî yok olacaktı.

Bunlar propaganda değil, güncel olarak sıcağı sıcağına yaşanan gerçekliklerdir. Kök kurutma hamlesiydi, peki bunu durduran kimdi? PKK, bunu da herkes söylüyor. Ve halen orada savaş yürütüyoruz, şehit veriyoruz. Süryanilere, Asurilere yaptıkları görülüyor. Böyle bir güçle karşı karşıyayız. PKK silah bırakırsa kendini teslim etmiş olur. Varlığını özgürlüğe adamış ve ‘ya özgür bir yaşam ya da hiç’ demiş. Doğu Kürdistan’da bir statü bile yok. Hiçbir şeyi tanınmıyor, Kürtler savaşmasında ne yapsın? Bu bir tercih değil, zorunluluktur. PKK’nin silahlı mücadeleyi durdurmasından bahsediyorlar. PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadele uygulamasının nedenleri var. Hala yok sayılıyoruz ne eğitimimiz, ne dilimiz, ne kültürümüzle hiçbir şeyimizle yokuz. Farklılıkları barındıran siyasetin önü açılırsa bizde mücadele yöntemini değiştirebiliriz.

YENİ PAKET KAMU GÜVENLİĞİNİN CANINA OKUYOR

Son dönemlerde gündem olan iç güvenlik paketi halklara, özelde Kürtlere karşı hazırlanan bir paket olduğu belirtiliyor. Bu paket sürecin ruhuna aykırı mıdır? Devam ederse tutumunuz ne olacak ve ortak yapılan açıklamaya nasıl bir etkide bulunacak?

Şimdi AKP’nin ortaya çıkarmış olduğu iç güvenlik paketi yasasına karşı var olabilmenin tek koşulu var; silahlı mücadele. Kamu güvenliğini sağlıyoruz adı altında paketi çıkarıyor, ama aslında kamu güvenliğinin canını okuyor. Onlara göre ne kadar hegemonikleşirsen o kadar sorunu çözersin. Ama karşı tarafta reflesk, direniş, mücadeleci bir ruh varsa ki var o zaman tek yolu kalıyor; silahlı mücadeleyi yürütmeye devam etmek. Şimdi molotofu gündemleştiriyorlar. Sen mademki sorunu çözüyor ve demokratik siyasetin önünü açıyorsan şunu düşünürsün; demek ki molotof atmaya ihtiyaç kalmayacak. Niyetin farklı senin. Eğer gerçekten AKP şu anda sorunun çözümünü gerçekleştirmeyi söylüyorsa ve PKK’den silahlı mücadeleyi sonlandırmasını istiyorsa atacağı ilk adım; iç güvensizlik paketini oratadan kaldırmaktır. Bu savaşa hazırlanma paketidir. Açıktan zaten “Ey CHP, ey MHP size ne oluyor, biz bunu HDP’ye, Kürtlere karşı çıkarıyoruz” diyorlar. Hem Kürtler ile çözüm yapacaksın hem de Kürtlerin, ‘ben Kürdüm, hakkımı savunuyorum, ey devlet sen benim hakkımı savunmadığın için sabahtan akşama kadar ben sokaklara dökülecem’ diyen Kürtlere de en etkili darbeyi vurmak ve başlarını ezmek için her türlü yetkiyi o faşist polisin eline vermeye çalışacaksın. Atması gereken ilk adım paketi ortadan kaldırıp gündeminden çıkarmadır. Demokratik siyasetin önü ancak böyle açılır.

TÜRKİYE ROJAVA POLİTİKASINDA REZİL OLDU

Sülayman Şah opersayonu YPG güçleri ile birlikte yapılmasına rağmen Cumhurbaşkanı sözcüsü olmak üzere hükümetten birçok kişi ‘PYD’ye teröristir’ söylemini devam ettirmektedir. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik politikaları müzakere sürecini nasıl etkiler?

Türkiye’nin Rojava başta olmak üzere Kürdistan’ın tüm parçalarına ilişkin yaklaşımı hep olumsuz oldu. Yakınlaştığı Kürtleri bile Kürtlere karşı kullanmak için muhattap aldı. TC’nin Güney Kürdistan siyaseti gözler önünde. Ortaklaştılar ve ortaklaşmaları şuna dönüştü; Kürt düşmanlığı üzerine. Bir de Rojava politikasına bakıyoruz ve Türk devletinin niyetinin ne olduğunu görüyoruz. Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşüyor” demesi bir durum tespiti değildi, olması için can atılan bir durumdu. Rojava devrimi ortadan kalksın diye seferber oldular. Erdoğan “kırmızı çizgimizdir ve Kuzey Suriye’de ikinci bir Kuzey Irak yaratmayacağız” dedi. Bunu söyleyen bir devlettir. Direkt tankı, topuyla Kürtlere karşı savaştı. O açıdan AKP’nin Rojava politikası tam da alçakça bir politikadır. Kürtsüzleştirmeyi esas alıyor ve DAİŞ başarılı olsun diye elinden ne geliyorsa yapıyor. Diyor ki ‘PYD terör örgütüdür’. Bütün dünyanın adeta onun adıyla yemin ettiği, bütün dünyanın özgürlük meşalesi olarak tuttuğu YPJ-YPG gücünün siyasi iradesini terörist olarak ilan ediyor. Bir bütün insanlığın özlemlerine ve beklentilerine ters bir durum takınıyor. Rojava’daki mevcut durum AKP’nin bütün planlamalarını bozdu. Halkımızın duruşu ve direnişi özgürlüğe olan bağı bunu engelledi. Elbetteki süreci etkiler. AKP Rojava politikasını değiştirirse süreci olumlu etkiler. Önderliğimiz bütün Kürt halkının önderidir, PKK bütün Kürt sorununu çözmek için ortaya çıkmış olan bir harekettir. Kuzey Kürdistan’da adım atacak ama Rojava’ya ilişkin de bu politikalarını sürdürecekler. Öyle olmaz. Biz Türkiye’nin Doğu Kürdistan, Güney Kürdistan, Rojava ve Kuzey Kürdistan’a bakışından Kürt sorununa yaklaşımını anlarız. Tam bir düşman politikasıydı. Bizim oradaki halkımızın yürütmüş olduğu mücadele AKP’nin adeta canını okudu. AKP öyle olduki oradaki bir karış toprağını bile koruyamadı. Şu an Kobanê Kantonu’nun içerisinde YPG ve YPJ’nin denetimi altında olan Eşme köyünde varlığını sürdürmeye çalışıyor. Anormal bir propaganda yapıldı. Taozimde ‘eğer bir şeyden çok fazla bahsedilirse siz bilinki o yerde o şey yoktur’ yaklaşımı var. Süleyman Şah operasyonundan çok fazla bahsediliyor, ama onun operasyon olmadığını, bütün bu söylemlerinin altında yatan gerçek şeyin mevcut olan zayıflıklarını örtmek olduğunu, propaganda ile zayıflıkları ve içine düşmüş olan o zavallı hallerini örtmek olduğunu çok iyi bilmek gerekir. PYD’liler açıklayabilirler. Türkiye ile görüşmeler olmuş, tartışmalar olmuş. Türkiye’nin kendilerinden talepleri olmuş. Bunlar bu kadar açıkken kalkıp da biz kimseden yardım ve izin almadık demeleri, sanki bunu tek başlarına yapmışlar gibi davranmalarının karşısında insan ne diyeceğini şaşırıyor. Bu kadarı yalanın sınırlarını dahi aşıyor. Şu an türbesini daha düne kadar bitirmek istediği, düştü düşecek dediği Kobanê’de koruma imkanı görüyor. Türk devleti o kadar yalnızlaşmış ve Rojava-Suriye politikasında rezil olmuş durumdadır ki kendi tarihi değerlerini bile koruyamıyor. Onun için yine başvurulan Kürtler oldu. Yoksa Kürtler bunu kabul etmek zorunda bile değildir.

Rojava çok çok önemli bir süreci yaşıyor. DAİŞ çetesi karşısında zafer üzerine zafer kazan bir pozisyonda. Kobanê destanında da görüldüğü gibi bütün insanlığın etrafında kenetlenmiş olduğu bir duruma dönüştü. Bütün saldırılara karşı dimdik ayakta durmasını bildi ve kendisini teslim etmedi. Herkes direnmek ister, ama herkes yapamayabilir. Ama herkesin yapmak istediğini YPG, YPJ ve bizim Rojava Kürdistan’ındaki bütün halkımız yaptı. O kadar güçlü bir durum ortaya çıktı. Hiç de dost olmayan, tamamen düşman olan pek çok güç bile Rojava Kürtlerine karşı kendi yaklaşımlarını biraz değiştirmek zorunda kaldı.

AKP’NİN SÖYLEMLERİNİN DEĞİŞMESİ LAZIM

Erdoğan dahil birçok hükümet yetkilisi çözüm sürecinden bahsederken ‘PKK ile DAİŞ aynıdır’ gibi söylemleri devam ediyor. Bu üslup çözüm süreci üslubu mudur?

Kürtçede bir laf vardır ‘keçelo navémin navéte, kume min seréte’, yani Erdoğan’ın ve AKP’nin durumu da biraz benzer. Aslında kel olan kendileridir. PKK’yi DAİŞ’le aynılaştırarak, terörist örgüt gibi gören AKP’nin gerçeğine uygundur bu tanımlama. Herkesin de bildiği üzere DAİŞ’le AKP birbirine yakın. Biribirlerine benziyorlar ve aynı zeminden besleniyorlar. Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin bu söylemi birkaç yalanı barındırıyor. Birincisi; onlar DAİŞ’i terörist bir örgüt olarak görmüyorlar. DAİŞ’in yaptıkları artık uluslararası ve bölgesel kamuoyunda kabul görmediği için, artık onun arkasında duramadıkları için “DAİŞ terörist”tir diyor. AKP, DAİŞ ile birliktedir ve omuz omuza aynı mevzide savaş yürütüyorlar. İdeolojik olarak da çok farklı değildir. Her ikisi de faşisttir.

Diğer bir yalan ise PKK’nin DAİŞ’e benzediğini söylemesidir. PKK, DAİŞ’e benzeseydi bu kadar toplumda bu kadar farklı kesimlerden, halklardan ve inançlardan insanlar PKK’nin ve Rojava devriminin peşinden gitmezdi. Bir tarafta halkları katleden, farklı inançları ortadan kaldıran, kadınları köleleştirip satan, Ortadoğu’nun kadim kültürel değerlerine saldıran DAİŞ var. Herkes bu gerçeklikten kendisini korumak için kaçıyor. Diğer taraftan da bu vahşetten kaçan toplumların tümünün yönünü dönmüş olduğu PKK var. Bir taraftan bütün insanlığın “bunun kökü kurusun” dediği DAİŞ çetesi var, diğer taraftan da bütün insanlığın özeleştiri vererek “biz PKK’yi neden böyle tanımlamışız, biz bu özgür Kürdü neden böyle tanımlamışız” diyerek kendilerini getirip özgür Kürdün saflarında savaşır pozisyonda gören bir durum var.

Avusturalya’dan gelip katılarak şehit düşen yoldaşlarımız var. Amerika’dan, İngiltere’den gelip bizzat DAİŞ’e karşı savaşan insanlar var. Bunlar DAİŞ’in yapmış olduğu gibi birilerinin ülkesini gasp etmek, birilerini kendilerine mal-mülk haline getirmek, birilerini köleleştirip yok etmek için yapmıyorlar. Tam tersine Süryani ise Süryani olarak yaşaması için, Alevi ise Alevi olarak var olabilmesi için, Kürt ise Kürt olarak, Arap ise Arap olarak, Türkmen ise Türkmen olarak, Ezidi ise Ezidi olarak yani toplumun tüm farklılıkları kendi renginde varlıklarını sürdürebilsin diye Rojava devrimcileri mücadele yürütüyor.

Ona gelip katılanlarda o perspektifte katılıyor. PKK bir insanlık hareketi, DAİŞ ise insanlık karşıtı bir hareketidir. Tabi ki bu söylemlerin değişmesi lazım. Eğer sorunun çözümünden bahsediliyorsa bu üslupla nasıl çözülecek? Bu tahrik edici, insanlardaki tepkileri harekete geçirmeye çalışan, insanlara mutlak köleliği dayatan bir üslup, bu kadar egemenlikçi, üstten, elit, baskıcı ve nesneleştiren bir üslupla sorunu çözebileceğini mi sanıyor. Eğer sorun çözülmek isteniyorsa tabii ki çözüm dili olmalı. Biz zaten onlardan bizim beklediğimiz temelde bir dil kullanmasını da ummuyoruz. Çünkü onların kimyaları farklıdır. Onlar egemendir, ağadır, despottur, eğilimleri budur. Toplumda da çok yoğun kuşkular, kaygılar var. Bu kaygıları giderebilecek, gerçekten Kürt sorununun çözümünün atmosferini oluşturacak bir dile, artı buna uygun bir pratikleşmeye ihtiyaç var. Şu anda yaratılan hava; sanki “iş bitti” havasıdır ama öyle değildir. Bunlar sadece iyi niyet beyanıdır. Özellikle hareketimiz açısından öyledir. O noktada da AKP’nin bunlara açık olması lazım. Ama mevcut haliyle çok fazla açık olabilen, insanlar da, toplum da umut yaratan yaklaşımdan ziyade İç Güvenlik Yasası denilen o savaş yasasının çıkarılmasında olduğu gibi tam tersi bir atmosfer oluşturuyor. Oynanan oyunlar da biliniyor, yapılmış olan planlamalar da biliniyor. Eğer bu olmaz ise bugüne kadar nasıl ki mücadele değişik şekillerde yürütülmüşse daha da tırmanmış bir biçimde AKP’ye karşı, Türk sömürgeciliğine karşı mücadele yürütülmeye devam edecektir.